-_- нαѕтü®кƒσяυм -_-
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaPortalliAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Bizim Milletimiz

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Yasin
Admin
Admin
Yasin


Mesaj Sayısı : 204
Kayıt tarihi : 26/05/07

Bizim Milletimiz Empty
MesajKonu: Bizim Milletimiz   Bizim Milletimiz Icon_minitimeC.tesi Haz. 30, 2007 11:48 pm

bizim milletimiz

Geleceğin emniyet ve güven üzerine kurulması, geçmişin iyi bilinip tanınmasına, his edilip ruhlarda korunmasına bağlıdır. Geçmişimizi bize en iyi duyuranların başında da şüphesiz, mescidlerimiz, ezanlarımız, ilâhilerimiz, serhad türkülerimiz, mehterlerimiz ve bu kaynaklardan fışkıran sanat ve edebiyatımız gelir. Bugün o koskoca geçmiş büzülüp sıkışmış ve bunların içine sinmiş gibidir. Ne zaman mescidler, ezanlar, ilâhiler, mehterler kurcalansa, özlerinde geçmişin buğusu ve şanlı milletimizin kokusu duyulmaya başlar. Bunlar, bizlerle, cedlerimizin gönüllerinin ortak duygu ve düşüncelerinin mahsûlü; müşterek hislerinin birer ifadesi, geçmişe aid aşkların, şevklerin kaynağı ve hatırlarımızda yaşayan, kan ve damarlarımızla bütünleşen birer ruh gibiydi. Kendi derinliklerimize dalarak sinelerimizdeki cennetleri görmek, mahrem duygularımızı coşturarak ebedî vuslata hazırlanmak için bunlar adeta birer sihir, birer füsundu.

Mazinin derinliklerinden gelen ses ve solukları dinlemek, bu çığlıkların yükseldiği o uhrevî âlemlerin koridorları sayılan mescidler, tekyeler, zaviyelerle ötelerin kapılarını zorlamak ibadetin aynı zevk haline gelmesi, vazifenin aynı mükâfat olması gibiydi. Evet, inanan gönüller bu yerlerde, aşkın, imanın ruhunu bulur ve içlerinde öbür âlemin aks-i sadâsını duyarlardı.

Minarelerin alevden sesleri dörtbir yandan duyulunca, ezan bir musikî gibi ruhlara siner, dinleyenlerin heyecanları musikîleşir ve artık aşkla coşan binlerce ruhun, bakışları derinleşen binlerce gözün, ışığa koşan binlerce pervanenin derin bir haşyet ve saygı ile O bilinmeze doğru akıp gittikleri görülür ve adeta bütün dünyalar, onların duydukları seslerden, koştukları aydınlık iklimden ve soluk soluğa yaşadıkları heyecanlardan ibaret kalırdı. Bu ilâhî sesler, bu lâhutî nağmelerle lâl kesilen binlerce insanın sükûtu, inançlı gönüllerde bulunan aşk, şevk ve sevda dolu hisler namına da söylemek niyet ve mükellefiyetiyle arş ve ferşi çınlattıran bir şive ile edâ edilirdi. Bazen umûmî teveccühün tabiî bir hal aldığı öyle zamanlar olurdu ki, kendilerini mânânın çağlayanlarına salıp bütünüyle manevileşen bu insanların hissiyatlarını ancak ezanlar ifade edebilirmiş gibi, bütün bütün susar ve ruhun derinliklerine ışıktan kıvılcımlar saçan o kelimelerin sihriyle büyülenir, sinelerinden yükselen heyecanlara, aşk ve şevklerinden fışkıran seslere kendilerini kaptırırlardı ve artık gözleri hiçbir şey görmezdi. Ezan sesleri, ma'bed uğultuları sihirli anahtarlar gibi uyuyan bütün gönül kapılarını açar, açar da kendilerini bu ilâhi musikî zemzemesine salanlar, bu seslerde, kendi ruhlarından yükselen nağmeleri duyar; kendi aşk ve heyecanlarını dinler gibi olurlardı. Hele O'na yüzünü çevirirken gönlünün derinliklerine yönelebilenler, dualarla, ricalarla sık sık gidip onun kapısını vuranlar; imanla, aşkla dolmuş, ruhlarının duyuş, düşünüş ve tasavvurlarını, ifşa edilmedik hislerini, terennüm edemedikleri seslerini bu "lisân-ı Muhammedi" de bulur; bu sayede günde birkaç defa dolar ve boşalırlardı...

Mabedlerde, sinelerin dilleri çözülür gibi olur ve onun ferah-fezâ hariminde herkes, güzeller güzeli Yüce Yaratıcı'ya seslenme seviyesine erer, seslenme zevkini duyar ve ona karşı olan aşk ve muhabbetini gönüllerden taşan bir eda ile yerine getirirdi. Sanki mabed her zaman, hep aynı ruhla imanın, ümidin müteradifi sayılan aşk ve şevki söyler gibi gelirdi. Evet, onda köpüren hüzünlerde bile, bir başka şevk, bir başka haz çağlamaktaydı. Oradaki hasret ve hicran iniltileri bir bakıma hekime "arz-u hâl" ve yaraya neşter vurma mânâsına geldiği için dolaylı bir zevk ve lezzet demekdi.

Bütün bir ömür boyu gönüllerimizde birikmiş rüyâların, arzuların, onun içinde tahakkuk edeceği ümidini kazandığımız ibadet, bütün dertlere deva gibi olup da, ruhlarımızı şefkatle kucaklar ve düşüncelerimize saadet ümidi salarak, inancın arka yüzündeki cennetleri gösterirdi. İbadetler içinde devamlı mırıldanan, sayıklanan, haykırılan şeyler, ruhların vuslat arzusu,ebediyet isteği, Allahı sevme ve Allah tarafından sevilme iştiyakıdır. İbadet, bütün ihtiyaçları karşılamak için Allah tarafından gönderilmiş öyle semâvi bir sofradır ki, o sofradan istifâde etmesini bilenler, hergün birkaç defa istidat ve kabiliyetlerine göre O'nunla halvet olabilirler.

Zâviye ve zikirhâneler, gönüllerde uyuyan aşk ve şevk ateşini rüzgarlar gibi körükler, tutuşturur, kızıştırır; tepeden tırnağa bütün ruhları sarar ve herkesin iç dünyasında büyük yangınlar meydana getirirdi. Binlerce mahrum ve görgüsüz ruh bu âteşînî iklime girince kor kesilir, üzerindeki isi-pası atar, saykıllanır ve pırıl pırıl olurdu. Herkes derin bir aşk hummasına tutulmuş, derin bir hamasetle şahlanmış gibi, beşerî kayıtların cidarlarını zorlar, cismaniyetin hudutlarından dışarıya çıkar ve namütenâhiliğe yelken açmışcasına sonsuzluğa, hudutsuzluğa doğru heyecanla çırpınırdı.

Uhrevî âlemlerin sofaları sayılan zâviye ve zikirhâneler, ötelere aid rüyaların tahakkuk edeceği, ilâhî aşkların vuslatlara açılacağı; ruhların yer çekiminin olmadığı kuşağa ulaşacakları ve herkesin sevme ihtiyacını, sevilme arzusunu; mutlu olma emelini gerçekleşdirebileceği gönüllerin buluşma ve halleşme yerleriydi. Bu tatlı rüyada, herkesin kendi hayatı, gönlünün hususi iklimiyle bütünleşir, ruhlardaki vahşetler zâil olur gider, yabancılık bütün bütün silinir yok olur ve her yanda, dost ikliminden gelen esintiler "üns esintileri" hissedilmeye başlardı. Aklın, verâların, verâların... verasında diye hükmettiği gerçek, kalbin yaklaşdırıcı dünyasında kemmiyetsiz, keyfiyetsiz yakınlardan daha yakın olurdu.

Yeryüzünde Hak evleri olmaya şâyeste bu mübarek yerler, bizim için imkânsız gibi görünen şeylere imkân kapılarını açar, aşılmaz sanılan engelleri parçalar, dağıtır, müridi murâda ulaştırma yollarını kolaylaştırır ve aklın takılıp kaldığı yerlerde, müdavimlerini, gönlün ışıktan kanatlarıyla sonsuzluğa uçururlardı.

Bu aydınlık atmosferde, toplum birbirini muhabbetle kucaklar; onun her kesiminde tatlı bir bahar havası esmeye başlar ve her yanda âdeta cennet kokulan duyulurdu. Hatta, maddiyâtın boğucu ikliminden kurtulamamış beden insanları bile, bu iman ve aşk devrinin cüş-û hurûşu içinde böyle bir topluma mensup olmanın hazzını duyar, böyle bir devri idrak etmekle başlarının semalara ulaştığını hissederlerdi. Evet, bu ibtidâî insanlar bile, şimdikinden çok başka, oldukça derin; hiç olmazsa zirvelerde yaşanan hayattan habersiz ve nasibsiz değillerdi. O gün, ma'bed ve zaviye her insanın anlayabileceği bir dil kullandığı gibi, örf, âdet, töre ve millî kültür de sıkı bir korunma altında ve herkese birşeyler anlatabilecek mahiyetteydi. Toplumu dörtbir yandan kuşatan mânâ ve ruh, herkese, mutluluğun sihirli kapılarını açıyor ve gönüllere saadetlerin en erişilmezini duyuruyordu.

Evet, esnafıyla-memuruyla, siviliyle-askeriyle, beyiyle-çobanıyla, bütün bir millet, binlerce duygu ve düşüncenin yerleşip meydana getirdiği mübarek bir telakki ve itikad ırmağında yüzüyor gibi, sefaya, huzura açık yaşıyor ve yarınları hep ümitle süzüyordu. Bu insanların kurdukları medeniyet, dünya-ukba düşüncesini birden kucaklıyor, bura ve öteler muvazenesine bağlılığı elden bırakmıyor ve her işinde Allah'la beraber olmayı esas alıyordu. Asırlarca insanımızı hava gibi saran, nur gibi ruhlarına nüfuz eden bu medeniyet sayesindeydi ki, bu insanlar talihlerini seviyor, kabulleniyor, ona baş eğiyor ve streslere, hafakanlara girmeden, huzur içinde yaşıyorlardı. Bu medeniyet ahiret ve ebediyete inanan, dünya ile alâkalı olduğu kadar, semâlara da açık bulunan bir medeniyetdi. Ruh ve maddenin birleşik âleminde bütün kanaatlar, gönüllere öteleri rasat ettirdikleri için, bu medeniyet, en sağlam temeller üzerinde, en sarsılmaz ehramlar gibi yükseliyordu.

Bu duygu, bu düşünceyi paylaşanlar için yine de yükselebilir, tekrârı muhâl değil...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.hasturkforum.tr.cx
orhan_gazi
Süper Moderatör
Süper Moderatör
orhan_gazi


Mesaj Sayısı : 249
Kayıt tarihi : 01/06/07

Bizim Milletimiz Empty
MesajKonu: Geri: Bizim Milletimiz   Bizim Milletimiz Icon_minitimePaz Tem. 01, 2007 9:41 pm

emegine salgık yasin

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bizim Milletimiz
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bu Vatan Bizim

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
-_- нαѕтü®кƒσяυм -_- :: ...::: HAYATIN İÇİNDEN :::... :: Genel-
Buraya geçin: